İnternetin bir örümcek ağı gibi dünyayı sarmasıyla birlikte ortaya çıkan ve günümüzde adına “sosyal medya” dediğimiz facebook, twitter veya ınstagram gibi uygulamalardan sonra, dünya küçük bir köy halini almış bulunmakta! Bu uygulamalar da: canlı yayınlar açmak, şahit olduğumuz veya yaşadığımız anlık olayları paylaşmak, gündemi meşgul eden konular üzerine konuşmak ve önemlisi kendi kitlemizi oluşturup takipçilerimizle paylaştığımız, benim de “anlık habercilik” dediğim olay, bugünün popüler bazı meslek gruplarını yakın gelecekte tarihe gömecek düşüncesi içerisindeyim.
Tarihe gömülecek meslekler arasında sinema sektörünün olduğunu düşünmüyorum ama beyazperde dediğimiz sinemaların kapatılacağı öngörüsünde bulunabilirim. Çünkü Netflix, Disney, ve BluTV gibi platformlar varken, izleyici zahmet edip de sinemaya gider mi konusunda biraz kuşkuluyum… tabii kalabalık bir ortamda, film izlemek isteyenlerin adresi sinema salonları olacaktır. Yalnız kaç kişi gider, verilen emeğin maddi-manevi bir dönüşü olur mu onu bilemem!
Hepimizinde bildiği gibi, müzik dünyasında albüm çıkarma dönemi kapandı! Yıllarca korsan kaset satışlarıyla savaşan sanatçılar, dijital platformlara yenik düştüler. Ve bunun neticesinde “Satış yoksa, albüm de yok.” politikası uygulandı. Şimdi popüler olan sanatçılar bile yılda 1-2 single çıkararak ve belirli konserlere giderek ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Zorlu ve yorucu bir geçiş sürecinde olan sanat dünyasından, sinema sektörüde nasibini alıyor… “Sinemacılar bu zorlu dönemde nasıl ayakta kalıyorlar, çekmiş oldukları filmler ile maddi bir dönüş alıyorlar mı, çekilen filmler beyazperde ve dijital sinema dünyasında ne kadar yer buluyor, yönetmenlerin problemleri neler, sinemaya gönül vermis genç yönetmenleri, nasıl bir sanat dünyası bekliyor.” gibi sorunların cevaplarını almak için mesleğinin gelecek vaat eden ismi Gizem İbak’ın kapısını çalıyorum.
Gizem İbak “Sinema Mesleği Masada Değil, Sahada Öğrenilir”
Gizem İbak, okuyucu adına soruyorum: Bize kendini tanıtır mısın?
Merhabalar, Gizem İbak ben. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema – TV Bölümü’nden 2018 yılında mezun oldum. Şu ana kadar beş kısa film ile yirmiden fazla firmanın dijital reklam filmini yönettim. Kariyerime reklam ve sinema alanında yönetmen olarak devam ediyorum.
Nasıl bir ailede büyüdün? Çocukluğunun geçtiği mahalleyle ilgili unutamadığın bir anını bizlerle paylaşır mısın?
Birbirini seven, eğlenceli bir anne babayla, tek çocuk olarak arkadaşça bir ortamda büyüdüm. Beykoz’a bağlı sakin bir semtte oturuyorduk, deniz kenarıydı. Mahalle ortamı pek yoktu ancak bisiklete binmeyi ve tekne kiralayıp boğaza açılmayı çok severdim.
“Zaten yine yaparsın, hobi gibi”
Toplumumuzda şöyle bir düşünce var: “Sanat hobi olarak yapılmalı” gibi ve çocuklarının garanti meslek diye adlandırılan: doktorluk, öğretmenlik veya avukatlık gibi alanlara yönelmesini istiyorlar… Güzel Sanatlar Fakültesinde okumaya karar verdiğin zaman ailenin tepkisi ne oldu? Ve sanat dünyasında ailenin desteğinin önemi nedir?
Ailelerin bu kaygısını yadırgamıyorum ve günümüz koşullarında hak da veriyorum. Ben on yaşında tiyatro sahnesine çıktım, yirmi bir yaşına kadar da oyuncu olarak yer aldım. Ailem sanat disiplininden uzaklaşmayacağımın bilincindeydi. Üniversite sınavı senesi konservatuvar okumak istemediğimi, güzel sanatlara gidip yönetmen olacağımı söylediğimde de fazla garipsemediler. Sadece, sınavda ben Türkiye sıralamasında 1800. olmuştum. Babam o zaman bu yüksek puanla Boğaziçi Üniversitesi’ne gitmemi çok istemişti. Ve cümlesi sizin dediğiniz gibi “Zaten yine yaparsın, hobi gibi” olmuştu.
Ben aile desteği gören şanslı azınlıktanım. Onlara her zaman minnettarım. Yapabildiğim çoğu şeyi onlara borçlu olduğum bilinciyle ilerliyorum. Ancak sorunuzun cevabı; aile desteği her ne kadar belli bir konfor alanı sağlasa da sanatın çatışmadan çok beslendiğini düşünüyorum, Türk ve Dünya Sineması’nda ailesi tamamen karşı çıkmış çok kıymetli yönetmenlerle karşılaşabilirsiniz.
Medya sektöründe eğitimin önemi nedir? Güzel Sanatlar fakültesinde okumadan yönetmen olamaz mıydın? Medya sektörü, iş konusunda geniş bir yelpaze ağına sahip! Neden, yönetmenlik alanında ilerlemek istedin?
Ben hayata, “Bir işi yapmak isteyen yolunu, istemeyen sebebini bulur” perspektifiyle baktığımdan eğitimi olmazsa olmaz görmüyorum. Hatta sinema adına konuşmam gerekirse mesleğin masada değil sahada öğrenildiğini düşünüyorum. Fakat sinema, kuralları, matematiği olan bir sanat dalı. Endüstrinin içinde doğru bir yer edinebilmek için asgari düzeyde de olsa eğitiminiz olması gerekiyor. Eğitim ve saha arasındaki dengenin doğru kurulması gerektiğini düşünüyorum.
Yönetmenlik bir doruk değil, bu disiplinin birçok farklı alanı var ve her biri de en az yönetmenlik kadar kıymetli çünkü kolektif bir iş biçiminde domino taşı gibi her biri birbirine bağlı. Ancak ben tiyatroda oynarken dahi yönetmeye teşne bir çocuktum.
Ne tür filmler çekmeyi seviyorsun? Şu ana kadar hangi filmlerin yönetmenlik koltuğuna oturdun? Önümüzdeki süreçte sinema izleyicisini ne gibi sürprizler bekliyor?
Söyleyecek bir cümlem olduğunda kısa film çekiyorum. Yani genelde bir derdim varsa yönetmen koltuğuna oturuyorum. Şu ana kadar Bildiğin Gibi, Filmin Sonu Güzel Bitecek, Gitmeden Önce, Acıdan Başka, India Diaries isimli kısa filmleri yazdım ve yönettim. Biri Sabahattin Ali’nin Sırça Köşk öyküsünden uyarlamaydı.
Bu yaz, çocukluğumuzun yazlarını selamlayacağımız son bir kısa film çekeceğim. 2025 yazında da yazımını şimdilerde tamamladığım ilk uzun metraj filmim için motor demeyi öngörüyoruz.
Türkiye’den Hindistan’a uzanan bir sanat hikayen var! O unutulmaz süreci dinlemek istiyorum? Senin yolundan gitmek isteyen meslektaşlarına da bir yol gösterici olman açısından söyleyeceklerin çok önemli.
20’li yaşlarımın başında “neden sinema yapacağım” sorgulaması içerisindeyken, Hindistan Sineması’ndan aktör Aamir Khan’ın filmleri beni oldukça etkilemişti. Sekiz bin km öteye uzanıyordu, söylemek istedikleri ve bana devam etme ilhamı veriyordu. Böyleyken tanışmak, ona sorular sormak istedim. Ben her zaman soruları olan bir çocuktum ve o dönem de benim için farklı değildi. Yolun beni Hindistan’a çıkarması, benim dışımda, beni önemseyen herkes için büyük bir problemdi tabii. Hayat bana, bu serüveni üretimle, sevgiyle, neşeyle geçirme şansı tanıdı.
Aamir Khan’a yazdığın mektubun içeriğini merak ediyorum! Usta bir oyuncuyu ikna edecek ve seni “Dangal” filminin setine davet edecek neler yer alıyor? Khan’ı karşında gördüğünde ne hissettin? Kendisinden sanat adına neler öğrendin? Ve ayrıca Hindistan’da iki kısa film çekmişsin, bu filmlerde Khan’ın desteği oldu mu?
Esasen bu sürecin gizli kahramanı dönemin Mumbai Başkonsolosu Sn. Sabri Ergen’dir. Ben Aamir Khan’a iletilmesi ricasıyla ona göndermiştim. O uğraşmasaydı böyle bir yolculuk olmazdı. Ben Sn. Khan’a çok kısa birkaç cümle yazdım aslında, Türkiye’de sinema bölümünde öğrenci olduğumu, kendisine sorular sormak istediğimi, setine gelip gelemeyeceğimi sordum. Hepsi buydu.
Giderken pek heyecanlı değildim fakat karşımda gördüğüm ilk an biraz çekindiğimi hatırlıyorum. Bu duygu sohbet başlayana kadar sürdü, sonrasında sanki kırk yıldır tanıdığım biri hissine kapılmıştım. Her ne kadar ortak bir dile, kültüre sahip olmasak da sinema gibi ortak bir meselemiz vardı ve onun yanında geçirdiğim günler bu yanıyla oldukça kıymet kazandı.
Ben Aamir Khan sorularında uzun yanıtlar vermem genelde, herkesin her şeyi bildiği hissiyle, ancak bu sorunuza bir anektodla cevap vermek istiyorum. Ben Aamir Khan’dan sanatın yalnız para, nam için değil bir ülkenin kaderini değiştirebilmek için yapılacağını öğrendim.
Bir akşam setten çıkmış onun arabasıyla otele gidiyorduk, sokakta insanlar yatıyordu. İster istemez bu dikkatimi çekti. Bu noktada bana dönüp ülkesinin nasıl yüzyıllarca sömürüldüğünü, özgürlüklerini kazandıkları andan itibarense nasıl canla başla her alanda mücadele ettiklerini, ülkesinin insanını ne kadar sevdiğini anlattı. Dangal filmine çok ayrı bir önem veriyordu, bu filmin ülkede kız çocuklarına olan bakışı değiştireceğine inanıyordu. Bir sene sonra filmin galası için ülkeye gittiğimde sözlerinin alelade değil, halkı harekete geçiren işaret fişeği olduğunu fark ettim. İlgililer Dangal filminin o ülkede nasıl bir dönüşüme öncü olduğunu internette bulabilir.
Filmlerde Sn. Khan’ın somut bir katkısı olmadı ancak bana ülkesini sevdirmesi yeterliydi.
“Ülkeye üç gün sabredebilirsen, tekrar ne zaman geleceğini planlamaya orada başlarsın”
Ülke Hindistan olunca, sormadan edemiyorum: Kültürleri, yemekleri, dinleri… kısacası senin gözünden Hindistan’ı görmek istiyorum.
Ben Hindistan’ı seviyorum. Bana sorulduğunda “Eğer ülkeye üç gün sabredebilirsen, bir daha ne zaman geleceğini planlamaya orada başlarsın” diyorum. İlk üç gün biraz çetin geçebilir. (Gülüyor) Hindistan’ı anlatmak ayları yılları alır. Fakat en çok nereyi sevdiğimi sorarsanız Goa’nın benim için çok özel olduğunu söyleyebilirim.
Yönetmenlik nasıl bir meslek? Yönetmen olmak isteyenlerin sahip olması gereken özellikler nelerdir? Ve bir yönetmen tam olarak ne yapar?
Ben yönetmenliğin, bir orkestra şefliği olduğunu düşünüyorum. Tüm sesler doğru yönetilmezse birer ses olarak kalıyor, kimi zaman baş dahi ağrıtabiliyor ancak doğru yönetildiği takdirde bir eser çıkıyor ortaya.
İnsanı, insana, insanla anlattığımız bir disiplinin içerisindeyiz. Bu nedenle yönetmen olmak isteyenlerin bunu başarabilmek için insana, doğaya, akıp giden yaşama aidiyet duyması birinci öncelik gibi geliyor bana. Hayatın içindekini 16:9 ekrana taşıyabilmemiz için hayatın içinde olmamız gerekiyor.
Yönetmen başta da dediğim gibi, kolektif bir üretim ağının başındaki kişidir. Bir senaryoyu dekupe edip ekrana en doğru biçimde taşıyan, oyuncuyu ve tekniği yönetendir. Senaryonun kağıttan ekrana taşınma serüveninde dünyayı kuran kişidir.
Ülkemizde ve dünyada hayran olduğun, kendine idol alıp yolundan gitmek istediğin yönetmenler kimler?
İlham aldığım veya idol olarak gördüğüm bir yönetmen olmamakla birlikte, ülkemiz ve dünya sinemasını yakından takip ediyorum. Her biri benzersiz bir perspektifle sinema sanatına katkıda bulunan bir çok yönetmenden kariyerinin başında bir sinemacı olarak öğrenmeye devam ediyorum.
“Başarının bir formülü yok.”
T.C Kültür ve Turizm Bakanlığı destekli bir film çektin ve film birçok yerden ödül aldı. Hatta Cannes’a bile gitti! Başarının sırrı nedir?
Başarının bir formülü yok esasen. Varsa da ben bilmiyorum. Bir plan dahilinde üretmiyorum, o dönem söylemek istediğimi ekrana taşıyorum. Son kısa filmim India Diaries mesela oldukça kişisel bir meseleden yola çıkmıştı, üretimin her aşamasında emek veren herkese “Bu iş kimsenin ilgisini çekmeyebilir, emekleriniz için minnettarım ancak hiçbir şeyin garantisini veremiyorum” dedim. Film İngiltere’den seyirci özel ödülü aldı.
Yönetmenlik her yönüyle masraflı bir meslek. Film çekimi sürecinde, finansal kaynağı nasıl elde ediyorsun? En önemlisi filmlerinden maddi bir geri dönüş alıyor musun?
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, kimse kısa film çekerek para kazanamaz. Ödül kazanır, ismini kazanır, kariyerini oluşturan basamakları yavaş yavaş tırmanır ancak bunun maddi bir kazanımı olmaz. Filminiz dijital platformlara satılırsa telif geliri elde edebilirsiniz ya da ödül veren yarışmalarda yer alabilirsiniz ancak bu tatmin etmeyecektir.
Bir kısa filmimi Kültür Bakanlığı’nın hibesiyle ürettim. Onun dışındakileri kendim fonladım. Fakat dediğiniz gibi sinema oldukça pahalı sanat.
Peki, sadece beyaz perdede mi yer alacaksın? Netflix, Disney, ve BluTV gibi platformlar hakkında ne düşünüyorsun?
Platformların üretimlerin seyirciyle buluşma oranını arttırdığını düşünüyorum bu yanıyla varlıklarını olumlu karşılıyorum. Üretimlerimin seyirciye ulaşabileceği her yerde olmayı arzularım.
Son dönemde çekilen diziler hakkında ne düşünüyorsun? Bana göre senaryo kıtlığı var! Yaratıcı dizilerin çıkmadığını düşünüyorum… Önümüzdeki süreçte dizi çekmeyi düşünüyor musun? Ve çekersen bu dizinin konusu ne olmalı?
Dizilere bakıyorum. Ne var, ne anlatıyor, kim yazmış, kim yönetiyor gibi sorularım oluyor. Hepsine biraz bakıyorum, bir fikrim oluyor böylece. Değerlendirmenize katılmakla birlikte televizyonun bambaşka bir dünya olduğunu düşünüyorum. Yerli diziler, yersiz uzun. Bu da üreticileri kısır döngüye sokuyor buna karşın Türk dizileri dünya pazarında çok büyük bir paya sahip ve tüm dünyada ilgiyle izleniyor.
Bir süredir, 1970’lerden günümüze uzanan nahit bir aile hikâyesi üzerine çalışıyorum. Tek başıma dizi yazabileceğimi düşünmüyorum ancak konseptini tasarlarken keyif alıyorum.
“Yerli diziler, yersiz uzun.”
Seni takip eden, örnek alan ve yolunda gitmek isteyen genç meslektaşlarına neler söylemek istersin?
Olumsuz bir tablo çizmek istememekle birlikte, kimsenin size çıkarıp “Git filmini çek” diyerek milyonlar vermeyeceğini söylemek istiyorum. Kapılar kapalı, siz açacaksınız; anahtarınız sabır, üretmek ve çok istemek. Odada çok sandalye yok, oturmak istiyorsanız kimseyi itip kakmadan yine sabır, üretmek ve çok istemek parolanız olacak. Yetenek ve emek, mutlaka bir yerde karşılığını bulur. Sadece belli dönemlerde sanılandan fazla sabretmek gerekebilir.
Ben dokuz yaşında bir çocukken Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin duvarında “Meslektaşlarım kardeşlerimdir” yazısını okumuştum. O günden bu yana, buna inanıyorum. Dilerim bu inancı hiçbir koşulda siz de yitirmezsiniz.
Bu son sorum: Nasıl bir yönetmen olarak anılmak istiyorsun?
Onlu yaşlarımın sonundan itibaren bu sektörde çok fazla insan bana karşılıksız emek verdi, ben de bu döngüyü sürdürebilmek gayretindeyim ve birgün buradan gittiğimde filmlerim kalırsa geriye onlar için iyi kötü her şeyi söyleyebilirler fakat beni iyi hatırlamalarını dilerim.
Röportaj için teşekkür ederim. Okuyanlara da zaman ayırdıkları için teşekkür ederim.
Röportaj: Murat Fırat