Norveçli yazar Maja Lunde’nin dünü, bugünü ve yarını bal peteği kadar muazzam ve bir kadar da lezzetli bir kurguda kesiştirdiği çarpıcı distopyası Arıların Tarihi, Dilek Başak’ın çevirisiyle Delidolu Yayınları tarafından yayımlandı.
40’tan fazla ülkede 4 milyonu aşkın okura ulaşarak Norveç edebiyatının yeni kuşak elçiliğini üstlenen Maja Lunde bu romanında, doğaya hükmetme inancından asırlardır vazgeçmeyen insanlığın önlenemeyen kibrine vakur bir duruşla yaklaşıyor.
Okurları daha ilk sayfalarından kıskıvrak avucunun içine almayı başaran bu tedirgin edici kitap, küresel bir ekolojik felaketi odağına alırken dünya ve insanlık tarihine üç ayrı zaman diliminden, bambaşka kıtalarda yaşayan üç insanın gözünden bakıyor.
Roman ayrıca, aile kavramını eni konu irdeleyerek, seçimleriyle kaderlerine boyun eğen (yahut kafa tutan) ebeveynler ile çocuklarının kırılgan duygularını kusursuz bir yetkinlikle yansıtıyor.
250 yıllık bir yok oluşun anatomisi
1852. Hertfordshire, İngiltere. İnsanlar arıların davranış biçimlerini anlamaya çalışıyor, arıları çok daha büyük randımanla çoğaltmaya, elde edecekleri ürünleri artırmaya uğraşıyor.
2007. Ohio, ABD. İnsanlar arı ölümlerinin nedenlerini araştırıyor. Ansızın başlayan koloni çöküşleri önce tarımı, sonra dünya çapında besin zincirini, sonra da diğer hayvanları etkiliyor.
2098. Siçuan, Çin. İnsanların artık tek bir gayesi, tek bir hedefi var: Bir gün daha hayatta kalıp, boğazlarından tek bir lokma daha geçebilmesini sağlamak. Çünkü arısız bir dünya, yaşayamıyor.
William, George ve Tao; insanın doğadan üstün olduğu yanılgısıyla arı kovanına çomak sokmaktan çekinmeyen üç kırılgan ruh, geçmişten geleceğe uzanan bir hikâyenin başkahramanlarına dönüşüyorlar…
250 yıllık bir yok oluşun anatomisini çizen Arıların Tarihi, okurlara çağrısal bir metin sunarken belleklerden hiç çıkmayacak bir iz bırakmayı da ihmal etmiyor: “Bizim böceklere ihtiyacımız var, ancak onların bize ihtiyacı yok.”